NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
النُّفَيْلِيُّ
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ
بْنُ
سَلَمَةَ
عَنْ
مُحَمَّدِ بْنِ
إِسْحَقَ
بِهَذَا
الْحَدِيثِ
لَمْ يَذْكُرْ
عَائِشَةَ
قَالَ
فَأَمَرَ
بِرَجُلَيْنِ
وَامْرَأَةٍ
مِمَّنْ
تَكَلَّمَ
بِالْفَاحِشَةِ
حَسَّانَ
بْنِ ثَابِتٍ
وَمِسْطَحِ
بْنِ
أُثَاثَةَ
قَالَ
النُّفَيْلِيُّ
وَيَقُولُونَ
الْمَرْأَةُ
حَمْنَةُ
بِنْتُ
جَحْشٍ
Bize Nufeyli anlattı.
Muhammed b. Seleme, Muhammed b. Ishak'tan rivayet etti. Muhammed b. îshak,
Âişe'yi zikretmeden şöyle dedi:
Rasulullah (s.a.v.) iki
adam ve bir kadına kazf haddi uygulanmasını emretti. Hassan b. Sabit ve Mistah
b. Üsâse o kötü sözleri konuşanlardandırlar.
Nüfeylî: "O kadının
da Hamne bint Cahş olduğunu söylüyorlar" dedi.
İzah:
Bu hadis-i şerifler,
iffetli bir kadına zina isnadında bulunanlara verilecek ceza ile ilgilidir.
Hadislerin vüruduna sebep olan hadise, İfk hadisesi olarak bilinen ve Aişe
(r.anhu-ma) nin başından geçen bir olaydır. Bir sefer dönüşünde Hz. Aişe topluluktan
geride kalmış, hakkında çok çirkin dedikodular çıkartılmış sonunda Allah (c.c)
Hz. Aişe'nin suçsuzluğunu haber veren ayetlerini indirmiştir. Rasulullah (s.a.v.)'de
Hz. Aişe'ye o çirkin iftirayı uyduranlara şekli Kur'an-i Kerim'de bildirilen
kazf haddi cezasını uygulamıştır. Kazif haddi ile ilgili fıkhı malumata
girmeden önce üzerinde durduğumuz hadislerin vüruduna sebep olan İfk
hadisesini anlatmak istiyoruz.
İfk hadisesi,
Buhari'nin meğazi, tefsir, iman, nüzûr, i'tisam, cihad, tev-hid ve şehadet
bahislerinde, Müslim'in tevbe bahsinde, Nesai'nin de tefsir bahsinde tahric
edilmiştir. Biz, Buhari'nin şehadet bahsinde Hz. Aişe (r.a)'den rivayet edilen
haberi buraya aynen aktarmak istiyoruz. Aişe radıyallahü anha şöyle demiştir:
"Rasulullah
(s.a.v.) bir sefere çıktığında hanımları arasında kura çekerdi. Kurada hangisi
çıkarsa Rasulullah ile birlikte o da giderdi. Çıkmak istediği gazvelerden
birinde (Beni Müstalik gazvesinde) aramızda kura çekti, benim adım çıktı.
Rasulullah ile birlikte sefere çıktık. Bu sefer, hicab (örtünme) ayeti
indirildikten sonra idi. Beni hevdece (devenin üzerine konulan ve içerisine
kadınların bindirildiği odacık) bindirdiler. (Konak yerinde) hevdecten
indirildim, böylece yürüdük. Rasulullah (s.a.v.) bu gazvesinden dönerken ve
Medine'ye yaklaştığımızda (bir yerde konakladık. Gecenin bir kısmını orada
geçirdik) yola çıkmak için hareket emri verildiğinde, ben kalkıp (tek başıma
ihtiyacım için) ordugâhtan ayrılıp gittim. İhtiyacımı giderip, kafileye geri
döndüm. Göğsümü yokladım, bir de ne göreyim! Yemen boncuğundan olan gerdanlığım
kaybolmuş. Tekrar dönüp gerdanlığımı aradım. Ancak onu aramak beni oyaladı
(yoldan alıkoydu). Bana yolda hizmet edenler gelip, beni içinde sanarak
hevdecimi götürmüşler ve onu bindiğim deveye yüklemişler. O zaman kadınlar
hafiftiler, ağır değillerdi. Yağ tutmuyorlardı. Çok az yemek yiyorlardı. Özellikle
ben küçük yaşta idim. Onun için hizmetçiler hevdeci yüklemek üzere
kaldırdıklarında hevdecin ağırlık derecesini farkedemeyerek yüklemişler.
Deveyi sürüp götürmüşler. Ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordugaha
geldim, ama orada kimseyi bulamadım. Daha önce bulunduğum yere geldim.
Hevdecte beni bulamayıp da geri geleceklerini zannetmiştim. Ben bu düşünce
içerisinde otururken uyuyakalmışım.
Sülemîli - sonra
Zekvanh - Safvan b. Muattal, ordunun arkasından gelmekteydi. (Geride kalan
askerlerin unuttuğu eşyaları toplayıp sahihlerine vermek için geride kalmıştı).
Sabaha yakın bulunduğum yere gelmiş ve uyuyan bir insan karaltısı görmüş. Bana
geldi, hicab ayeti inmeden önce beni görürdü. (Bu yüzden beni tanıdı) Devesini
çökerttiği zaman: "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râci'ûn": Muhakkak biz Allah'ınız
ve ona dönücüyüz" demesi ile uyandım. Safvan (beni binsin diye) devesinin
ön ayağına bastı, ben de bindim. Safvan, bindiğim deveyi yularından çekerek yürüdü.
Nihayet öğle sıcağında, konak yerinde konaklayan kafileye yetiştik. Bu sırada
(hakkımda iftira ederek) helak olan helak oldu. İftiraya ilk düşen Abdullah b.
Ubey b. Selul olmuştu.
Abdullah b Ubey b.
Selel: Münafıkların reisi idi.
Medine'ye gelince bir
ay hastalandım, meğer o esnada iftiracıların iftiraları ortalıkta dolaşıyormuş
(Benim bunlardan haberim yoktu). Yalnız hastalığım esnasında beni işkillendiren
bir yon vardı, başka hastalıklarımda Rasulullah'tan gördüğüm şefkati, bu
hastalığımda görmüyordum. Sadece yanıma giriyor, selam veriyor ve
"hastamız nasıl?" diyordu. Benim, o iftiracıların söylediklerinden
hiç haberim yoktu. Nihayet nekahat devresine girdim.
Bir gece Mistah'm
annesi ile birlikte kazayı hacet yerimiz olan "Menası" tarafına
çıkmıştım. Buraya ancak geceden geceye çıkardık. Bu adet, evlerimizin yanında helalar
yapmadan Önce idi. O zaman bizim halimiz, ilkel araplarm çöldeki tebermzü veya
nezaheti idi. Ben Ebu Ruhme'nin kızı Ümmü Mistah ile birlikte def-i hacet
yerine doğru giderken onun ayağı çarşafına takılıp düşmüştü. Bunun üzerine
Mistah'ın annesi (selnıa), araplar arasında felaket anlarında söylenen:
"düşmanım helak olsun" yerine "Mistah helak olsun" diye
oğluna beddua etti.Ben kadına:
Ne fena söyledin!
Bedir'e iştirak eden birisine seb mi ediyorsun? dedim. Kadın bana:
Hele şu saf şeye bak!
Ortada dönen bühtanları duymadın mı? diyerek İfk olayına katılanların
iftiralarını anlattı. Bunu duyunca hastalığımın üstüne bir hastalık daha
katlandı. Evime dönünce Rasulullah (s.a.v.) yanıma geldi ve;
"Nasılsınız?"
diye sordu.
Ya Rasulullah! Bana
izin veriniz, anne babamın yanına gideyim, dedim. Ben bu haberi ebeveynimden
tahkik etmek istiyordum. Rasulullah (s.a.v.) bana izin verdi, ben de
ebeveynimin yanma geldim." Anneme:
Halk arasında dolaşan
bu haber nedir? dedim. Annem:
Ey kızım, kendini üzme,
sen nefsini ve sıhhatini düşün. Vallahi bir kadın kendisini seven kocasının
yanında sevimli olur, bir çok da ortağı bulunursa aleyhinde dedikodu olmaması
pek nadirdir, dedi. Ben:
Sübhanellah, halk
(nasıl) böyle konuşur, doğrusu hayret! dedim.
O gece babamın evinde
yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku girmedi. Sabah olunca
Rasulullah (s.a.v.) Ali b. Ebi Talib'i ve Üsame b. Zeyd'i çağırmış vahiy
gecikince ailesi ile ayrılığı konusunda onlarla istişarede bulunmuş, Üsame
ehli beyt hakkında gönlünde beslediği sevgiye işaret edip:
"Ya Rasulullah
sizin temiz ve iffetli hanımlarınız, sizin ailenizdir. Biz Aişe hakkında
hayırdan başka bir şey bilmeyiz" demiş.
Ali b. Ebi Talib ise:
Ya Rasulullah Allah sana dünyayı daraltmamıştır. Aişe'den
başka çok kadın var. Ama bir de Aişe'nin cariyesi Berîre'ye sor, o sana doğrusunu
söyler, demiş.
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.) Berire'yi çağırıp: " Ey Berire! Hanımında seni şüpheye
düşürecek bir hal gördün mü" diye sormuş. Bedre şu karşılığı vermiş:
Hayır, ya Rasulullah
görmedim. Seni hak Nebi olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben
hanımından ayıp olarak sadır olan şundan başka.bir şey görmedim. Aişe küçük
yaşta bir kadındı, hamur yoğu-rurken uyur, evin evcil hayvanı gelip hamuru
yerdi."
Bundan sonra Rasulullah
(s.a.v.) Mescid-i Nebevi'de bir hutbe iradederek, bu bühtanı ilk ortaya atan
Abdullah b. Übey b. Selul'den dolayı konuşmaktan mazur görülmesini isteyerek
şöyle buyurmuş:
"Ailem konusunda
bana eza eden bir herif hakkında kim bana yardım eder de benim için ondan
intikam alır? Vallahi ben ailem hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim.
Bu iftiracılar bir zatın da adını çıkardılar. Ben onun hakkında da hayırdan
başka bir şey bilmiyorum. Bu zat şimdiye kadar ailemin yanına ben olmadan girmemiştir."
Bunun üzerine Sa'd b.
Muaz (Evs'in reisi) ayağa kalkarak:
Ya Rasulullah! Vallahi
size ben yardım edeceğim. Eğer o Evs'ten ise biz onun boynunu vururuz. Hacrecli
kardeşlerimizden ise ne gerekiyorsa emrediniz. Biz emrinizi yerine getiririz."
demiş.
Akabinden de
(Hazrecilerin reisi) Sa'd b. Ubade ayağa kalkmış - bu zat, sâlih bir zattı.
Fakat bu sefer hamiyyet gayreti ile Sa'd b. Muaz'a karşı-:
Vallahi sen yalan
söylüyorsun. Sen onu (Abdullah b. Übeyyi) öldü-remezsin, buna gücün de yetmez,
demiş. Bu sefer de Useyd b. Hudayr ayağa kalkarak Sa'd b. Ubade'ye karşı:
"Allah'ın beka ve
ebediyyetine yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz elbette onu
öldürürüz. Sen şüphesiz münafıksın ki münafıklar adına bizlerle mücadele
ediyorsun, diye mukabele etmiş. Bu suretle Evs ve Hazrec kabileleri
ayaklanmışlar. Hatta biri birleriyle savaşa yeltenmişler. Rasulullah o esnada
hala minberde imiş. Hemen minberden inip, onları sakinleştirinceye kadar
kendilerine iltifatta bulunmuş. Kendisi de (birşey demeyip) susmuş."
"Ben ise o gün
ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabahleyin annem babam
yanıma geldiler. Ben bu vaziyette iki gece bir gün boyunca ağladım. O kadar ki
ağlamaktan ciğerim parçalanacak sandım. Annem babam yanımda oturur ben ağlarken
ensardan bir kadın izin istedi, ben de kendisine izin verdim. O da benimle
oturup ağlamaya başladı. Biz bu vaziyette iken Rasulullah içeriye giriverdi
(yanıma) oturdu. Oysa, hakkımdaki dedikodular çıkalıberi yanıma oturmuyordu, -
Rasûlullah bir ay beklediği halde, hakkımda vahiy gelmemişti. - Şehadet ederek
şöyle buyurdu:
"Ey Aişe, hakkında
bana şöyle şöyle sözler geldi. Eğer sen bu isnadlardan beri isen, Allah pek
yakında seni aklar. Yok eğer böyle bir günaha yaklaştınsa Allah'tan af dile ve
ona tevbe et. Çünkü kul günahını itiraf eder ve tevbe ederse Allah da ona af
ile muamele eder." Rasulullah (s.a.v.) bu sözlerini bitirince gözümün yaşı
kesildi ve gözümde bir damla yaş kalmadı. Babama:
Rasulullah'a benim
yerime cevap ver, dedim Babam:
Kızım, vallahi
Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi. Bu sefer anneme:
Rasulullah'a benim
yerime cevap ver, dedim. O da: -Vallahi ben Rasulullah'a ne diyeceğimi
bilmiyorum, dedi.
Ben küçük yaşta bir
kadındım. Kur'an'ın çoğunu okumamıştım. Bu yüzden şöyle dedim:
"Vallahi ben
bilirim ki siz halkın dedikodusunu duydunuz. Nefsinizde onu büyütüp, inandınız.
Şimdi ben size "suçsuzum" desem, - Allah bilir ki suçsuzum- sözümü
tasdik etmezsiniz. Eğer bir şeyi itiraf etsem, -Allah bilir ki ben kesinlikle
suçsuzum- beni tasdik edersiniz. Vallahi bu durumda benim ve sizin için bir
örnek bulamıyorum. Ancak Yusuf'un babasını (Yakub a.s'i) Örnek buluyorum.
Yusuf'un gömleği üzerinde yalancı bir kan lekesi getirdikleri zaman Yakub (a.s)
oğullarına: "Hayır, nefisleriniz size bir işi süslemiş, bir fitneye
sevketmiş. Şimdi işim güzel sabırdır. Anlattıklarınıza karşı sığındığım
Allah'tır" demişti.[Yusuf 18]
Ben bu sözleri
söyledim, yatağıma döndüm. Beni sadece Allah'ın aklayacağını umuyordum. Ama
hakkımda okunan bir vahy (Kur'ân ayeti) nazil olacağını zannetmiyordum. Kendimi
bana ait bir mes'ele için Kur'an-ı Kerim'de mevzubahs edilmeye değmeyecek kadar
küçük görürdüm. Ama Rasulullah'm bir rüya görüp Cenab-ı hakkın bu rüya ile
beni aklamasını umuyordum. Vallahi daha Hz. Nebi (s.a.v.) yerinden kalkmadan,
oradakilerden hiçbirisi dışarı çıkmadan Rasulullah'a vahy indi. Onu vahyin
ağırlığından dolayı terlemek gibi vahiy alâmetlerinden bir şey kapladı. Hatta
ondan vahiy esnasında kış günlerinde bile inci gibi ter dökülürdü.
Rasulullah'tan, vahy eserleri gidince o sevincinden gülüyordu. Bana söylediği
ilk sözü şu oldu:
" Ey Âişe, Allah'a
hamdet, şüphesiz Allah seni ifkten (iftiradan) akladı." Bunun üzerine
anam:
Kızım kalk da Rasulullah'a
(teşekkür et) dedi.
Hayır, kalkmam ve
sadece Allah'a hamdederim, dedim.
Allah (c.c) benim
aklanmam hakkında: "Sizden bir iftira getiren topluluk..."[Nur 11. ]
diye başlayan âyetleri indirdi. Bunun üzerine Ebu Bekir (babam) (r.a)
akrabalığından dolayı yardım ettiği Mistah b. Üsâse için:
Hz. Aişe hakkında inen
ayet sayısı on'dur.
"Vallahi Aişe'ye
böyle bir iftira ettikten sonra artık Mistah'a hiç bir yardımda
bulunmayacağım" dedi. Allah (c.c) bunun üzerine "Muham-med'in eşine o
iftirayı uyduranlar, içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın,
o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günah
karşılığı ceza vardır. İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azab
vardır."[Nur 20]
Ayet-i celilesini
"Ey Müminler, sizden servet ve varlık sahibi olanlar, akrabalarına,
miskinlere, Allah yolunda hicret edenlere infakta kusur etmesin. Affetsin,
aldırmasın. Allah'ın sizi mağfiret etmesini istemez misiniz? Allah Ğafûr'dur,
Rahîm'dir" kavl-i şerifine kadar indirdi. [Nur 22]
Bunun üzerine Ebu
Bekir: "Vallahi ben Allah'ın beni mağfiret etmesini severim" dedi ve
Mistah'a etmekte olduğu yardıma devam etti.
Rasulullah (s.a.v.)
Zeyneb binti Cahş'a da benim durumumu sormuştu: "Ey Zeyneb, Âişe hakkında
ne biliyorsun? Ne gördün?" demişti. Zeyneb cevap olarak:
"Ya Rasulullah,
ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza ederim. Vallahi
ben Aişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem" demişti.
Zeyneb, (Rasulullah'm
hanımları içerisinde) benimle rekabet edebilecek durumda birisi idi. Fakat
Allah onu takvası sebebiyle korudu.[Buhari, şehadet]
İşte Hz. Aişe'ye iftira
edilip, onun cenab-ı Allah tarafından suçsuzluğunun tescil edildiği hadise
budur.
Hz. Aişe'ye iftira
edenlerin başında münafıkların lideri Abdullah b. Ubey b. Selûl vardır. Fakat
üzerinde durduğumuz Ebu Davud hadisinde onun adına temas edilmemiş,
Rasulullah'ın şairi Hassan b. Sabit, Hz, Ebu Bekir'in akrabalarından olan ve
onun ihsanına mazhar olan Mistah b. Usase ve Rasulullah'm hanımlarından Zeyneb
bint Cahş'm kızkardeşi Hamne bint Cahş'ın adı zikredilmiştir.
Hafız şöyle der:
"Sünen sahipleri, Muhammed b. İshak'tan; o Abdullah b. Ebi Bekr b.
Hazm'dan; O Amra'dan; Amra da Hz. Aişe (radıyalla-hü anha'dan) rivayet etti ki;
Rasulullah (s.a.v.) İfki konuşanlara (Hz. Aişe'ye iftira edenlere) haddi
uyguladı..." Yalnız rivayetlerde Abdullah b. Übeyy zikredilmedi. Aynı
konuda Bezzar'ın Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadiste de Abdullah b. Ubey
anılmamıştır.
Hakim'in Abdullah b. Ebibekrden
rivayet ettiği bir haberde ise had uygulananlar arasında Abdullah b. Übeyy'in
adı da geçmektedir.
Rivayetlerin çoğunda
Abdullah b. Übeyy'e had vurulduğunun anılma-masmın hikmetini İbn Battal şöyle
izah eder:
"Bu hadis had
vurulduğu takdirde bir fitnenin zuhuru endişesi olursa, haddin
geciktirilecebileceğine delildir."
Kadı Iyaz ise Abdullah
b. Ubeyy'e had vurulduğuna dair bir rivayetin sabit olmadığını söyler. Ancak
Bezlü'l - Mechud müellifi Abdullah b. Übeyy'e had vurulduğunu bildiren birçok rivayet
zikreder.
Hadis-i şeriflerde. Hz.
Aişe'ye iftira edenlere had uygulandığı bildirilmiş, ama bu haddin nevi ve
mikdarı konusunda bir şey söylenmemiştir. Kazf suçunu işleyene (iffetli
birisine zina isnad edip, dört şahit getiremeyene) verilecek ceza Kur'an
ayetiyle tesbit edilmiştir. Bir ayet-i kerimede şöyle denilmektedir:
"İffetli kadınlara
zina isnad edilip de sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun,
ebediyyen onların şahitliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış
kimselerdir."[Nur 4]
Ayette görüldüğü üzere
kazf fiilini işleyene seksen değnek vurulur ve şahitliği kabul edilmez. Tabii
kazfin gerçekleşmesi ve öngörülen cezanın uygulanması için birtakım şartlar
vardır. Şimdi kazf ve cezası konusundaki fikhi malumatı özetlemek istiyoruz.
Kazf:
Sözlükte
"atrnak" demektir. Bilahere başkasına çirkin bir şey isnad etmek
manasında kullanılmıştır. Kazf e "firye" de denilir.
Kazf, fıkıh İstılahında
şöyle tarif edilir: "Bir kimseyi, ayıplamak ve kötülemek maksadıyla
muhsan bir erkek veya kadına zina isnad eden mükellef bir şahıs hakkında
tatbik edilecek ceza demektir." Yukarıda da temas edildiği gibi bu ceza
hürler hakkında seksen değnek, köleler hakkında da bunun yarısı olan kırk
değnektir.
Zina isnad eden kişiye
"kaazif" zina isnad edilen şahsa "nıakzûf" zina isnadında
kullanılan söze "makzûfun bih", zina isnadının vuku bulduğu yere de
"makzûfun fih" denilir.
Kazf haddinin
uygulanması için kâzife, makzufa, makzûfun bihe ve makzûfun fihe ait birtakım
şartlar vardır. Bu şartlar, özet olarak şöyledir.
kâzife Ait Şartlar:
Birisine zina isnadında
bulunan şahsa had uygulanabilmesi için, Kâzifte şu şartların bulunması gerekir:
1- Kâzif akıl ve baliğ
olmalıdır.
2- Kâzif muhtar olmalı
yani mükreh olmamalıdır.
3- Kaazif, isnad ettiği
suçu dava vukuunda dört şahit ile isbat edememiş olmalıdır.
Şafiiler, henüz baliğ
olmayıp mümeyyiz bulunan bir kâzife ta'zir cezası uygulanacağını söylerler.
Kazif'in; hür,
müslüman, zinadan afif, kazf halinde ayık (sarhoş olmamak) olması şart
değildir.
Makzûfa Ait Şartlar
1- Makzuf (kendisine
zina isnad edilen şahıs) muhsan olmalıdır.
Muhsan: Âkil bâlig,
hür, müslüman ve afif (zina fiilinden iffetli) olan kişidir. Buna göre; muhsan
olmayan birisine zina isnadında bulunan kişiye had uygulanmaz.
2- Makzûf belli (malum)
olmalıdır. Dolayısıyla meçhul bir şahıs hakkında zina isnadında bulunana had
vurulmaz. Mesela bir gruba, "İçinizden birisi zinakârdır" dese
kendisine had uygulanmaz.
3- Makzûf kâzifin
füruundan olmamalıdır. Dolayısıyla bir kimse çocuğu veya torunu hakkında
kazifte bulunursa kendisine had uygulanmaz.
4- Makzûf konuşabilir
olmalıdır. Dolaysıyla dilsiz hakkında isnad edilen zina suçundan dolayı had
cezası uygulanmaz.
5- Makzûf mecbub
(tenasül uzvu kesik) ve hünsai müşkii (kendisinde hem erkeklik hem de kadınlık
organı bulunup erkek mi kadın mı olduğu ayndedilemiyen) olmamalıdır. Zina isnad
edilen kadınsa, tenasül organında temasa engel bir kusur olmamalıdır.
6- Makzuf, kazif
esnasında sağ olmalıdır.
Hanbelilere göre,
makzûfun baliğ olması şart değildir. Cinsi ilişkiye muktedir olması yeterlidir.
Bu da erkeklerde on bir, kızlarda dokuz yaştır. Ancak baliğ olmayanlara kazfte
bulunulduğunda kâzife had, makzûf baliğ oluncaya kadar uygulanmaz.
Makzûfun Bihe Ait
Şartlar
Birisine zina isnadında
kullanılan söz;
a) Sarih olabilir;
"Sen zinâkarsın" demek gibi,
b) Kinaî bir lafız
olabilir; mesela bir kadına "kahpe" demek gibi,
c) Ta'riz kabilinden
olabilir; birisine zina isnad eden şahsa "sen haklısın" demek gibi
Kâzife had uygulanması
için, kâzifin sarih lafızlarından birisi ile olmalıdır. Ancak bazı sözler de
sarih yerine geçer. Mesela birisinin nesebini inkar böyledir. Birisine:
"Ey zinakarın oğlu, veled-i zina, piç, sen babanın oğlu değilsin..."
gibi sözler sarih lafızlardır.
Ayrıca zina isnadında
kullanılan sözün dille söylenmesi ve mak-zûf'dan olması imkan dahilinde
olmalıdır. Buna göre, zina isnadında kullanılan söz yazı ile olursa veya
makzûfdan sııdûru imkansız olursa, kâzife had uygulanmaz.
Bir kimseyi, mensub
olduğu ırktan başka bir ırka nisbet etmenin kazf sayılıp sayılmadığında ihtilaf
vardır. Mesela bir Türke; "Sen Almansın" demenin kazif olup olmadığı
ihtilaflıdır, Hanefilere göre kazif değildir.
Malikilere göre
birisine: "Ey Lutî! (İbne!)" demek veya bir kadına "kahpe"
demek kazf sayılır.
Şafiilere göre de
kazfdeki tabirler sarih ve ta'riz kısımlarına ayrılır, imam Şafii'ye göre
ta'riz ile kazfe niyyet edildiği ve bu tariz kazf ile tefsir edildiği takdirde
haddi gerektirir. Aksi halde gerektirmez.
Makzûfun Fihe Ait
Şartlar
1- Kazif dar-i adl'de
(mü slü m ani arın meşru idareci derince idare edilen dar-ı İslam'da)
olmalıdır. Dar-ı harbte veya eşkıyanın hükümranlığr altındaki dar-ı bağy'de
vuku bulan kazften dolayı had uygulanmaz.
2- Kazf mutlak olmalı,
yani bir şarta bağlı olmamalıdır.
Kazf haddinin
uygulanabilmesi için yukarıdaki şartlara ilaveten, mak-zûfun davası da şarttır.
Makzûf dava edip şikayetçi olmazsa had uygulanmaz.
Kazf haddi
uygulanırken, kâzifin üzerinden ceket, palto kürk gibi giyecekler çıkartılır.
Seksen değnek vurulur. Değnek vücudunun aynı yerine vurulmaz. Baş, yüz ve
tenasül uzuvlarına^ vurulmamak şartıyla vücudun değişik yerlerine taksim
edilir.
Eğer bir kimse kendi
karısına zina isnad eder ve zinayı dört şahitle is-bat edemezse
"liân" denilen özel bir yeminle yeminleşirler. Bu yemin erkeği kazf
haddinden, kadını da zina haddinden kurtarır.
Liânlaşmadan önce koca:
"Dört kez Allah'a şehadet ederim ki ben ona isnad ettiğim zina davasında
doğruyum, der". Beşinci olarak da: "Eğer ona isnad ettiğim zinada
yalancılardansam, Allah'ın laneti üzerime olsun" der. Sonra da kadın: Dört
defa: "Allah'a şehadet ederim ki o bana zina isnadında
yalancılardandır" dedikten sonra beşinci olarak! "Eğer o
doğru-lardansa Allah'ın gazabı üzerime olsun" der. Böylece Liânlaşma tamamlanmış
olur.
Gerek kazf haddi,
gerekse liân konusu fıkıh kitaplarında hayli geniştir. Arzu edenler ilgili
bölümlere bakabilirler.